Cezaevi Dostlukları: İbrahim Balaban
Nâzım Hikmet’in tedrisinden geçen bir başka isim de İbrahim Ali’dir. Nâzım Hikmet’le tanıştığında cinayetten hüküm giymiş bir gençtir. Onu resim yaparken izleyen, çevresinden ayrılmayan bu genç kısa bir süre içinde şairin dikkatini çekecek, dostu Kemal Tahir’e “ben burada bir ressam Yunus Emre keşfettim” dedirtecektir. Daha sonra Balaban olarak tanınacak olan İbrahim Ali 1940’lı yılların başında Nâzım Hikmet’in yönlendirmesi ve yardımlarıyla resim çalışır.
[…] Kalemi ilk elime aldığımda beğenip şaşmıştım.
– Sendeki bu kabiliyet, soyundan gelen ve genlerinde var olan bir dürtü. Sana resim yapma aracı olacak olan kalemi, kendin keşfetmişsin gibi daha o günlerde gereksindiğini fark etmişsin sanki.
– Ne kadar da beğenip şaşmıştım! İlk günü hiçbir şey çizmedim onunla; yanlış bir şeyle başlamaktan korkuyordum sanki. O gün koynuma koyup uyudum onunla. Sabah uyandığımda, anamı gergefin başında nakış işlerken gördüm. Anamın işlediği çevre dallarından birini gözüme kestirip cesaretle çizdim: ‘bir dal bir çiçek’. Ne iyi ne güzel bir kalemdi bu! Nasıl çizersen öyle oluyordu; şaştım!… Dalın üstüne bir de kuş kondurunca anama gösterdim… Anam, ‘keşke kız olsaydın da nakış işleseydin’ diye yakındı.
– Anan artık yakınmaz senin erkek oluşuna, çünkü ressamlık daha çok gereklidir nakkaşlıktan.
– Bir gün karasabanla çift sürerken babam; ben dönüm başından, karşı yamaçtaki çift süren adamın resmini çizmiştim öküzleriyle… Çizdiğim bu resmi beğenip sordu babam: ‘Yanında olduğum halde benim resmimi çizmiyorsun da, neden taa karşı yamaçtaki çiftçinin resmini çiziyorsun?…’ ‘Bizim öküzler çok kocaman, benim defterime sığdıramıyorum onları…’ ‘Aferin’ dedi babam…
– Bir aferin de benden! Perspektifli görüş bile çocukken başlıyor demek ki ressam olacak bir kişide… Sonra?
– Babam, benim o cevabımı senden çok beğenmiş olacak ki: ‘Bizim öküzler, herkesinkinden daha kocamandır, doğru!’ diyip öğündü: ‘Ya benim resmimi neden yapmıyorsun?…’ Bu soruya da çocukça bir cevap: ‘Sen de kocamansın, babamsın…’ Bu cevaplar Hasan Çavuş’un o kadar hoşuna gitmiş olacak ki, cebindeki ‘Serkisof’ saatini çıkarıp hediye etti bana. Oysa ben, saatin üzerindeki rakamları bile tanıyamıyordum. Ama öylesine sevinmiştim ki, bu armağandan ötürü, günün birinde bizim öküzleri ufaltıp sığdıracaktım defterime.
Ustam Nâzım Hikmet, benim bu anıma hiçbir şey söylemeden kalktı, divanın altından küçük bir sandık çekip açtı ağzını:
– İşte bunun içi boyayla fırça dolu, al bakalım hepsi de senin!… Haydi ne duruyorsun? Ben de bir bakıma babanım senin, çekinme… Şu resmimi yapan sen, öyle bir yaşam içinden gelen bir delikanlı, çok büyük sanat eserleri vaat ediyor bana.
İbrahim Balaban, Nâzım Hikmet ve Biz. Milliyet Yayınları, s. 33
Bir süre İmralı Cezaevi’nde kalan Balaban cezasının bitimine iki ay kala bu sefer de komünizm propagandası yapmak suçundan beş yıl hapis cezası alır ve doğrudan Bursa Cezaevi’ne getirilerek Nâzım Hikmet’in kaldığı bölüme verilir. Şairin hapishanede geçirdiği 1948-1950 yılları arasındaki sıkıntılı dönemine tanıklık eder.
Nâzım Hikmet’in, tutsaklığının 13’üncü yılında, Türk basınında onun adlî bir hataya kurban gittiği yayımlandı… Bu yayımı genişletebilmek için en tehlikeli çarelere başvurdu Nâzım Hikmet, hatta intihara bile kalkıştı. İntihar kararını açlık grevine çevirmemizden iki gün önce, onun yazdığı vasiyetnameyi ezberlerken, koğuşun kapısı ansızın açıldı. (İçeriye giren savcıydı) İkimizi bir yerde baş başa gören savcı İzzet Akçal, tepeden tırnağa süzdükten sonra bizi, sordu:
– Ne o, ilahi mi okuyordunuz? Hu çeker gibi sedanız geliyordu dışarıya?..
– Hayır, dedi Nâzım Hikmet: yeni bir şiir yazdım da onun alıştırmasını yapıyordum…
– İkiniz birden okuyordunuz? Hele bir daha okuyun!…
Emir emirdi… İmtihan verir gibi durmaktaydık savcının karşısında:
– Önce ben okuyayım, dedi Nâzım Hikmet: (Münevver yengenin son gelişinde yazılmış bir şiirdi bu:)SANA DAİR
Sende ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini
sende ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
sende uzaklığı,
sende ben imkânsızlığı seviyorum.
Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
ve kan ter içinde aç, ve öfkeli
ve bir avcı iştahıyla etini dişlemek senin.
Sende ben, imkânsızlığı seviyorum,
fakat asla umutsuzluğu değil.– Bir de beraber okuyun! dedi savcı.
Emir emirdi, bir de ikimiz okuduk.
– Bir de beraber okuyalım mı? dedi savcı.
.
Bir de beraber okuyalım.
.
İbrahim Balaban, Nâzım Hikmet ve Biz. Milliyet Yayınları, s. 33