© Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi

Kaçış

Münevver ve yeni doğan oğlu Mehmet ile yeni bir düzen kurmaya çalışırken askere alınmak istenir. Can güvenliğinin tehdit altında olduğunu anlayan Nâzım Hikmet, gizlice yurt dışına çıkmaya karar verir. 17 Haziran 1951’de Bulgaristan’a gitmek üzere üvey kız kardeşi Melda Hanım’ın eşi Refik Erduran’ın kullandığı bir sürat motoruyla Karadeniz’e açılır, yolda rastladığı bir Rumen şilebiyle Romanya’ya gider, daha sonra Moskova’ya geçer. Refik Erduran o günleri şöyle anlatıyor:

Nâzım Ağabey’i askere alma hazırlığı söz konusuydu!
Önce kimse inanamadı. Zaten Bahriye Mektebi’nden çıkmış olan, elli yaşında, kesin kalp hastası bir insan nasıl askerlik yapardı? Hem de –söylentiler doğruysa– er rütbesiyle, Doğu’nun sarp bir dağbaşında…
Kendine göre kolaylıklar gösterilmeyeceği de kesin olduğuna göre, dayanamayıp kısa bir süre sonra öleceği besbelliydi. Kör kör parmağım kabalığıyla nasıl yapılırdı böyle bir şey?
Onun yanıtı da başka bir söylenti biçiminde geldi:
Af kapsamına alınıp tahliye edilmesi yanlış olmuştu. Türkiye’yi ve dünyayı zehirlemesinden çekiniliyor, bir an önce ölmesi isteniyordu. Amaç oydu zaten.
Şimdi böyle şeyler insana hasta beyinlerin hayal ürünleri gibi geliyor. Ama o yılların Türkiye’si –Stalin ayısının doğu kentlerimize ve boğazlarımıza doğru hamle etmesinin de etkisiyle- ‘Komünistler geliyor!’ paniğinin pek çok çevreyi sardığı, atlaslarda Moskova sözcüğünün görünmediği, Sovyet Konsolosluğu’nun önünde duraklayıp propaganda fotoğraflarına bir göz atanların Rus ajanı diye fişlendiği, bir hiç uğruna akıl hastalarının ipe çekilebildiği, gerçekten yarı çılgın bir ülkeydi. Nâzım Hikmet’in ‘yasal yollardan” yok edilmesi yapılabilecek densizliklerin en hafiflerindendi. Nitekim çok geçmeden söylentiler doğru çıkmaya başladı. Hasta şair şubeye çağrıldı, karar kendisine resmen tebliğ edildi.
Sevenleri arasında bomba gibi patladı bu haber. Her kafadan bir ses çıkıyor, iyice itirazlardan dilekçelerden, davalardan söz ediliyordu. Oysa bunlardan sonuç alınamayacağı apaçıktı. Ben somut çözümler düşünmeye başlamıştım yine.
Kendi kafamda her şeyi tartıp kesin karara vardıktan sonra Nâzım Ağabey’le konuştum.
‘Bir süre Türkiye’den uzaklaşmalısınız,’ dedim.
‘Pasaport verirler mi?’ diye gülümsedi kederle.
Ben de gülümsedim, hatta sesle güldüm galiba.
Neydi bu bizim milletteki belge tutkusu? İhtilalci, azgın düzen düşmanı, yamyam komünist diye bilinen şu dostum bile kaderini damgalı –pullu– imzalı bir kağıt parçasına bağlı sayıyordu!
Derin bir nefes aldım. En etkileyici olacağını umduğum ses tonumla:
‘Pasaportsuz gidersiniz,’ dedim.
Çok şaşırmadı. Ama dikkat kesildi.
‘Nasıl?’
‘Denizden. Boğaz ağzından Bulgaristan sınırı İstanbul – Tekirdağ arası bir şey. Sakin havada hızlı bir motorla çabucak aşılır.’

Erduran, Refik. Gülerek Gençlik Anıları. Cem Yayınevi, 1992. 61-62.

Nâzım Hikmet o zamanki şartlar içinde neden kaçmak zorunda kaldığını şöyle anlatır:

Nâzım Hikmet, 1951, Moskova

TÜRKİYE’DEN NİÇİN KAÇTIM?

Türkiye’de okuyucularıma ve beni sevenlere, yurttaşlarıma, gerçek Türk yurtseverlerine bir hakikati açıklamak istiyorum: Ben eğer Türkiye’mden çıkmasaydım öldürülmüş olacaktım, gayet basit. Biliyorsunuz, birbiri ardınca on üç sene hapiste yattım. Bu on üç senelik hapis doğrudan doğruya işlediğim bir suçun karşılığı değildi. Uydurulmuş bir suçun, omzuma yüklenen bir suçun cezasıydı. Bu yetmiyormuş gibi, hapisten çıktıktan sonra elli yaşıma basmama ancak bir yıl varken ve yüreğim dehşetli hastayken beni askere almak istediler, yani kırk dokuz yaşında ve on üç yıl hapiste yatmış bir insanı askere almak istediler. Ben askerden kaçan adam değilim. Ama o yüreğimle askere gitmek, talim meydanına çıkmak, basit bir nefer olarak talim meydanına çıkmak, elbette ki basit bir neferliğin büyük şerefi var, fakat bu şerefi hayatımla ödemem demekti. Sonra, yine haber aldığıma göre, beni sadece askere alacak değillerdi. Askere almak bahanesiyle harcayacaklardı, sonra, ‘Nâzım Hikmet askerden kaçtı ve kaçarken öldürdük’ diyeceklerdi. Şimdi burada açıklayamam vesikalarını, fakat Menderes hükümetinin bana böyle bir tuzak kurduğuna dair elimde gayet kuvvetli vesikalar da var, gün gelince bu da ortaya çıkar. Onun için, elbette ki memleketimde kalsaydım, aranızda bulunsaydım çok daha faydalı olurdum, ama cesedim memlekette kalsaydı, size şimdi yaptığım hizmeti dahi yapamazdım.
[Türkiye’de yayımlanışı: Tiyatro 76, 16.11.1976]
Nâzım Hikmet. Konuşmalar. 3. Baskı. Adam Yayınları, 1993. 46.

Image
Nâzım'ın Oğlu Memet'in Doğumu
Ayşe Yaltırım, Kasım 2014
Nâzım Hikmet’in kız kardeşi Samiye Yaltırım’ın kızı ressam Ayşe Yaltırım, dayısına ve ailesine dair anılarını anlatıyor.
Nâzım'ın Hikâyesi Videoları

İlk görüyor bebeğini, böyle şaşırmış. O kadar üstüne titriyor ki bebeğin…

Moskova (Vnukova) Havaalanı'nda karşılama töreni, 1951.

Nâzım Hikmet Vnukovski Havaalanı’nda Sovyet Yazarlar Birliği’nin düzenlediği bir törenle karşılanır. Soğuk Savaş döneminde genellikle Demir Perde ülkelerinden Batı ülkelerine kaçışlar haber olurken, Batı kampına dahil olan bir ülkeden canı pahasına kaçıp Sovyetler’e sığınan ünlü bir şair dünya basınında geniş yer bulur.

Nâzım Hikmet’in kaçış haberi 20 Haziran 1951’de Bükreş Radyosu tarafından duyurulunca Türkiye’de bomba etkisi yaratır. Hakkında hakaret dolu yazılar yayımlanır. Ahmet Muhip Dranas “Canı Cehenneme” der, Cemil Sait Barlas, Etem İzzet Benice emniyet teşkilatını gevşeklikle suçlar, sağcı basın beklenen tepkileri göstererek ateş püskürür. Ancak solda yer alan kimi yazarların tutumu da şaşırtıcıdır. Bunların içinde en beklenmedik olanı Çetin Altan’dır.

Nâzım’ın bugün demirperde gerisinde votka çekerek verdiği nutuklar da karaktersiz ruhunun, inançsız ifadelerinden başka bir şey değildir. Lehte veya aleyhte dünya radyolarının, dünya basınının kendisinden bahsetmesini sağlamıştır. Ama bu reklam için bir Anavatan feda etmiştir; bu yaratılışta insanlara böyle mefhumlar vızgelir.
[…]
Nâzım eğer hakikaten mert bir insan olsaydı vatanını terketmeye tenezzül etmezdi. Vatan ne pahasına olursa olsun bırakılmaz. Vatan, kötü idare edilse de, düşman istilasına uğrasa da, geçim temin etmese de gene bırakılmaz. Değil Nâzım gibi bir kapris uğrunda, böyle büyük zorluklar karşısında dahi vatanı terk edenler küçük, iradesiz, güçsüz insanlardır.
[…]
Nâzım’ın Romanya’ya kaçmakla gösterdiği haysiyet ve şerefsizlik daima lanetle yadedilecektir.

Çetin Altan, Nazım Hikmet’in Kaçışı, Yeni Adam Dergisi, 5 Temmuz 1951 (aktaran Nazım Hikmet, Yaşamı, Ruhsal Yapısı, Davaları, Tartışmaları, Dünya Görüşü, Şiirinin Gelişmeleri, Memet Fuat, Adam Yayınları, 5. Basım, 2006, sayfa 569)

1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin bağımsız listesinden Muğla milletvekili olan Nadir Nadi Cumhuriyet Gazetesi’ndeki başyazısında şöyle der:

Nâzım Hikmet’in kaçmasına kızmadım. Arkasından ‘Vatansız, hain, satılmış adam!’ diye de bağırmayacağım. Maddi, manevi yeryüzündeki bütün kıymetleri inkârla işe başlayan komünizm, bugün tam manasile bir din olmuştur ve Nâzım Hikmet bu dine yürekten bağlılığını saklamaya hiçbir zaman lüzum görmemiş, fanatik denecek kadar ateşli müminlerden biridir.
Komünizm bir dindir diyoruz. Bu hükmü sadece bir benzetiş sanmamalıdır. Sosyolojik manasile komünizm bir dindir. Tanrı fikrini reddetmesine, manevi değerleri tanımamasına rağmen bu dine de ötekilerin yanında bir yer ayırmak bilimsel düşünce metoduna uygun bir hareket olur. Komünizmin kitabı vardır, peygamberi vardır, kilisesi vardır, ayinleri vardır; velhasıl bir din müessesesini meydana getiren her türlü unsurlar bu rejimin bünyesi içinde yer almıştır. Onun için komünistlerle münakaşa edemezsiniz. Bugünkü sosyal ve ekonomik teşkilatın fertlere daha fazla refah sağlayan bir şekle sokulması, milletlerarası münasebetlere yaklaştırıcı, birleştirici bir mahiyet vermesi konuları onları ilgilendirmez. Kilise (Kominform) nasıl tesbit ederse öyle hareket eder, Papa (İstalin) ne emrederse öyle amel eyler.
[…]
Demokratik memleketlerde komünistlerin en büyük silahı söz, yazı ve vicdan hürriyetidir. Bütün bu hürriyetleri yok etmeyi amaç bilen bir rejimin mensuplarına bu hakları tanımak demek, demokrasinin kendi kendini inkârı demek değil midir? Bu suale ‘Hayır, değildir!’ cevabını vermek güç olduğu içindir ki bazı Batı Avrupa memleketlerinde ve nihayet Birleşik Amerika’da da komünizm kanun dışı ilan edilmiştir.[…]
Nadir Nadi, Bırakın Gitsinler, Cumhuriyet Gazetesi, 24 haziran 1951

Belgeler
Cumhuriyet Gazetesi haberleri
Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi Arşivi
Cumhuriyet Gazetesi birinci sayfa haberi. 30 Haziran 1951.
Cumhuriyet Gazetesi. Nihayet Resmi de Geldi. 12 Temmuz 1951, birinci sayfa
Cumhuriyet Gazetesi. Nihayet Resmi de Geldi. 12 Temmuz 1951 (devamı)

Tepkiler sadece Nâzım Hikmet’e yöneltilmekle kalmaz, özellikle sağcı basın Nâzım Hikmet’le ilgili kişiler ve yakınları arasında bir cadı avı başlatılmasını kışkırtmaya başlar.

Nâzım Hikmet gitti, lakin memlekette bıraktığı vasileri, avukatları, ajanları ne olacak?
31 Temmuz 1951, Hür Adam

Cumhuriyet Gazetesi 12 Temmuz 1951’de “Nihayet resmi de geldi” başlığıyla yayımlarken şöyle bir açıklama ekleme gereği duyar:

Bu fotoğrafı sütunlarımıza geçirirken şair Eşref’in Abdülhamid’e yaptığı tavsiye aklımıza geliyor. Bu tavsiye ‘Resmini teksir ettirip dağıt ki millet doya doya yüzüne tükürsün’ mealindedir. Biz de yukarıdaki resmi Nâzım hesabına aynı gaye ile basmış bulunuyoruz.
Cumhuriyet Gazetesi, 12 Temmuz 1951

Albüm
Murat Germen & Cafer Türkmen Arşivi
Nâzım Hikmet’in albümü, fotoğraf sanatçısı ve akademisyen Murat Germen’in, Cafer Türkmen ile birlikte özel teknikler kullanarak sayısal ortama aktardığı fotoğraflardan oluşmaktadır. Germen’in özel izniyle kullanılan fotoğraflar telif hakkına tabidir.
Vnukova Havaalanı, Bükreş-Moskova uçağından iniş. 29 Haziran 1951.
1951 Moskova
1951 Moskova

Barış Ödülü

ÖNCEKİ

Yeniden Sovyet Rusya'da

SONRAKİ
naziminhikayesi